Sultan Mehmed Reşad'ın Sinirli Halleri

1596664551904.webp

Sultan Reşad Osmanlı padişahları arasındaki en sakin, en naif şahsiyetlerden biri olarak bilinir. Onun sinirli ve hiddetli hâli ise pek bilinmez. Sultanın mâbeyn bâşkatibi Halit Ziya Uşaklıgil'in "sinirlenince sanki damarlarındaki Yıldırım Bayezid'in, Yavuz Selim'in ateşten kanları tutuştu" dediği padişahın sinirlenmesine sebep olan hadiseyi Uşaklıgil'den dinleyelim:

"(..) Bir gün Talât telefon ederek mebuslar arasında Hürriyet ve İtilâf'a mensup muhaliflerden kalabalık bir heyetin, bazı maruzatlarda bulunmak üzere saraya geleceğini haber verdi.
O gün bu kalabalık heyet geldi. Hünkar mutaden oturduğu deniz cephesindeki büyük odada ve oradan geçilen küçük odanın kapısı yanındaki koltuğun önünde ayakta idi. Heyet hakikaten, kalabalıktı: Belki yirmi beş, belki daha ziyade... İçlerinde hocalar, ez cümle Sabri (Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi) ve Hamdi (Elmalılı Hamdi Yazır) efendiler, Rumlar, bu meyanda Kozmidi (Pendalaki Kozmidi) ve Boşo (Yorgi Poşo) vardı diye tahattur ediyorum. En evvel hünkâr söze başladı:

'Bir söyleyeceğiniz mi var?' dedi.

O zaman bunların arasında yer alan Gümülcineli İsmail saftan ayrılık öne doğru bir adım attı ve:

'Evet, bazı maruzatlarda bulunmak istiyoruz; fakat bunları söylemeden evvel başmâbeynci ile başkâtibin dışarı çıkmalarına müsaade ediniz!'

Heyet azası hep birbirine bakıştılar, hatip olarak intihap ettikleri bu adamın değil hünkâra karşı, alelade bir şahsiyete karşı bile söylenmesi pek ziyade edebe mugayir olan bu sözlerini ayıplayan bir mânâ ile birbirine baktıktan sonra yüzlerini ona çevirdiler. Ben yerimde sallandım, başımın içini dolduran bir sis yığını vardı, sanki yere iyi oturamamış bir merdivenin üzerinden baş aşağı yuvarlacak gibiydim. Başımı dolduran sislerin arasından hünkârı işittim.

Bütün ecdadı ve büyük biraderi (Sultan Abdülhamid) gibi kalın sesli olan hünkâr derhal mukabele etti:

'Onlar benim adamarımdır ve daima yanımda bulunurlar. Tamamiyle mahremdirler, onlardan hiçbir işim yoktu ki saklamak lazım olsun.'

Geniş bir nefes aldım. Bununla bitmedi, söyledikçe hiddeti daha ziyade kabaran hünkâr, birden son bir feveran ile, sanki damarlarında Yıldırım Bayezid'in, Yavuz Selim'in ateşten kanları tutuşarak, ilerledi, Gümülcineli'nin önüne kadar gitti, onu yakasından tuttu:

'Benimle, mutlaka yalnız konuşmak istiyorsan gel içeri gidelim' dedi. Küçük odayı göstererek...

Ben korktum. Onu böyle ilerliyor ve berikinin yanına kadar gidiyor görünce:

Eyvah!... dedim: tokatlayacak mı, gırtlağına mı sarılacak? Ne fena bir iş!...

İsmail kekeledi. Ne dedi, bilmiyorum, galiba Sabri Hoca da af dileyerek bir şeyler söyledi ve iş burada bitti.

Hünkâr eğer boş bulunup da, saltanatın haysiyetini unutarak bizlere dışarı çıkmak emrini verseydi, biz ne yapardık? Yapılacak tek bir şey vardı:

Hemen aşağıya inip istifanamelerimizi yazmak.

Gümülcineli İsmail'in ise şöhreti malûmdu. Gayet atak, halinde hiçbir zerafet kaydı olmayan, daima 'Var mı bana yan bakan?' diye pervasız, fütursuz gezip tozan, belinde çifte çifte tabanca taşıyan, kellesi koltuğunda bir adamdı.
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Yeni Kaynaklar

Geri
Üst Alt